DAVUT KORİDORU
Necdet Topçuoğlu
Dünyanın her yerinde, özellikle Avrasya ve Ortadoğu da oyun kurucular arasında olamazsanız, sıra masaya gelince, oyunu kuranların menüsünde yemek olursunuz. Savaş alanlarında gösterilen kahramanlıklar, masada diplomasi ile taçlandırılmadıkça, zafer kazanmak mümkün değildir. Büyük İsrail Devletinin alt yapısı kurulurken, atılan adımlar çerçevesinde "Zengezur Koridoru" ve "Oded Yinon Plânı"nı yazmıştım. Şimdi de "Davut Koridoru"nu yazacağım. Söz konusu üç makale birlikte okunduğunda, emperyalizmin nasıl bir strateji yürüttüğü anlaşılmış olacaktır.
"Davut Koridoru" harita üzerinde rastgele çizilmiş bir hat değildir. İsrail'den başlayıp Ürdün, Suriye, Irak ve Türkiye sınırına kadar uzanan bu güzergah, Tevrat'ta geçen Arz-ı Mevud'un aort damarıdır. Varoluş amacı ne olursa olsun, Türkiye için gerçek tehlikesi, Anadolu'yu kuşatarak izole etmektir. ABD ve İsrail'in Suriye'nin kuzeyinde kurduğu PYD, söz konusu koridorun güvenliğini sağlamak için görevlendirilmiştir. Stratejik haritalar üzerinde işaretlenmiş olan bu koridor, çok yakın zamanda hayata geçirilecektir. Bu hat ilk bakışta bir enerji koridoru, insani yardım geçidi ya da lojistik güzergâh gibi görülebilir. Ancak gerçekte içinde gaz değil, ideolojik mayınlar taşımaktadır.
"Davut Koridoru"nun geçtiği her noktada bir etnik temizlik yaşanmıştır. Suriye’nin kuzeyinde Arap aşiretlerinin boşalttığı köyler, Haseke’deki demografik değişim, Süveyda’daki Dürzi isyanları, bu hattın yalnızca askeri değil, sosyolojik bir mühendislik projesi olduğunu göstermektedir. Kürtler, Dürziler, Türkmenler, Araplar ya bu proje içerisinde konumlandırılmış, ya da yerinden edilmişlerdir. Amaç sadece yol yapmak değil, harita yapmaktır. Harita yapmanın en tehlikeli yolu, halkları yerinden oynatmaktır. Bu aşamada Türkiye'nin tavrı ve algısı yaşamsal bir önem taşımaktadır. Çünkü bu yolun sonu, Şırnak-Hakkari hattına, yani Türkiye’nin en kırılgan alanına dayanacaktır.
Kürt tavan siyasetinin barış söylemini samimi bulmuyorum. Bu söylemin arka plânında, silahsız savaş devam etmektedir. Terör örgütü silah bırakma tiyatrosunu sahneye koymaktadır.
Çünkü artık silaha değil, meşruiyete ihtiyacı vardır. Savaşarak ele geçiremediklerini, barış maskesiyle meşrulaştırmak istemektedirler. Bu barış, bildiğimiz anlamda bir suskunluk değil, stratejik bir dönüşümdür. Silah bırakan terör örgütü, dünya kamuoyu tarafından “terör örgütü”olarak değil, “demokratik bir halk hareketi” olarak görülecektir. Bu dönüşümün, "Davut Koridoru"na uluslararası hukuk önünde haklılık kazandırması plânlanmıştır. İşte oynanmak istenen oyun budur. Barış dedikleri aslında haritadır.
PKK, silah bırakma görüntüsü vererek, uluslar arası kamuoyu önünde meşruiyet aramaktadır. Örgüt sadece Türkiye de değil, Suriye’de YPG, Irak’ta Barzani, İran’da PEJAK ve Avrupa'da diaspora uzantılarıyla, çok başlı ama tek merkezli olarak faaliyet göstermektedir. 2014 yılında Kobani olaylarıyla yükselen YPG profili, ABD’nin IŞİD’e karşı sahadaki “etkili kara gücü” olarak tanımlanmıştır. Bundan sonra YPG'nin hukuki statüsü, PKK'dan ayrıştırılmaya çalışılmıştır. Ancak gerçek şu ki, YPG, terör örgütünün başka bir isimle yeniden pazarlanmış halidir.
Terörsüz Türkiye projesiyle, PKK silah bırakacak, YPG/SDG’nin meşruluğu resmileşecektir. Türkiye’nin elindeki “teröre destek veriyorsunuz” argümanı çökecektir. Bu yeni butik oluşum, uluslararası hukukta “etnik temsiliyet” iddiasıyla kabul görmeye başlayacaktır. Avrupa’daki diplomatik masalarda “Kürt temsiliyeti” artık Barzani’yle sınırlı kalmayacak, SDG’nin söz hakkı doğacaktır. Bütün bunlar gerçekleştiğinde, Türkiye, bir terör örgütüyle değil, “meşru temsil” iddiasındaki bir yapıyla karşı karşıya kalacaktır. Yani dağdaki düşmanı ile masa başında karşı karşıya gelecektir. Meşrulaştırılacak olan butik devlet, "Davut Koridoru"nun merkezine oturtulacaktır. SDG, ABD ve İsrail tarafından etnik bir yapı olarak değil, stratejik bir araç olarak görülmektedir.
Davut Koridoru’nun tamamlanması, sadece sınırların değişmesi anlamına gelmeyecektir. Bu, Türkiye’nin yüzyıllık dış politikasının, savunma doktrinlerinin ve bölgesel nüfuz alanlarının tek tek parçalanması demektir. Çünkü Türkiye yalnızca kara üzerinden değil, deniz, enerji, diplomasi ve kültür üzerinden kuşatılmış olacaktır. Bu koridor, Türkiye’yi bir “hat devleti”ne indirgeme projesidir. Sınırlarının dışında hiçbir etki gücü olmayan, içeride kendi sorunlarına gömülmüş, göçmen deposu pasif bir tampon devlet durumunda olacaktır. Zaten Avrupa Birliği Türkiyenin son tanımını, göçmen deposu tampon ülke olarak yapmıştır.
Türkiye bundan sonra terörle mücadele söylemini bırakıp, devletleşme ile mücadele fazına geçmelidir. Ayrıca Türk Cumhuriyetleri ile olan bağlarını daha da güçlendirmelidir. İç cephede beyinsel birliğin kurulmasını sağlamalıdır. Artık sorun, “birlikte nasıl yaşayacağımız” değil, “hangi haritada kalacağımız” sorunudur. Kullanılan barış söylemi tam bir tuzaktır. Silahların sustuğu yerde, haritalar konuşuyorsa, sessizlik zafer değil, bir kayıptır. "Davut Koridoru" tamamlanırsa, Türkiye bir hattı değil, çağı kaybedecektir. Bu nedenlerle söz konusu koridor, tarihi bir tehdittir. Bu tehditten kurtulmak için diplomasiden daha fazlası gerekmektedir.
(24, Ağustos, 2025-Ankara)
