Necdet Topçuoğlu


SOYUMUZU KURUTACAKSINIZ

Türkiye kan ağlıyor, Muktedir çıkıp televizyonda doğum oranlarının düşmesinden yakınmaktadır. Bu bir felakettir diyor. Asıl felâket, devri iktidarınızın Türkiye'yi içine düşürdüğü durumdur.


SOYUMUZU KURUTACAKSINIZ

Necdet TOPÇUOĞLU

Türkiye kan ağlıyor, Muktedir çıkıp televizyonda doğum oranlarının düşmesinden yakınmaktadır. Bu bir felakettir diyor. Asıl felâket, devri iktidarınızın Türkiye'yi içine düşürdüğü durumdur. Şimdi nüfus planlaması nedir, bunu bilimsel bir yaklaşımla anlatayım da yurttaşlarımız değerlendirsin. Kadrolarınız bilgisiz olduğundan değil, ideolojik yönden bilerek ve isteyerek Türkiye'yi yoksul ve cahil bırakmıştır. Fakir evlenemediği için çocuk yapamıyor, durumu iyi olanlar da, getirdiğiniz hukuk dışı rejime köle doğurmak istemiyor. Sizin "Aç bırak itaat etsin, cahil bırak biat etsin" felsefeniz, ülkeyi Ortadoğu toplumu yapmıştır. Milletin direnişi buradan geriye dönmek içindir.

Nüfus planlaması, bir insanın doğumundan ölümüne kadar geçen süre içinde, insanca yaşayabilmesi için, ihtiyaç duyacağı her türlü yiyecek, giyecek, barınma, sağlık, eğitim, sosyal gereksinimler hesaplanarak, bunların imkanlar ile karşılaştırılması sonucu, ne kadar nüfusun olması gerektiğinin hesaplanmasıdır. Bu tanım, bilimsel ölçekler dikkate alınarak yapılmıştır. Bir insanın ortalama ömrü dikkate alındığında, aslında nüfus planlamasının ne kadar zor ve karmaşık bir plan inşası olduğu anlaşılmaktadır. Ancak bu planın sağlıklı bir şekilde yapılabilmesi için, planlamanın toplumun çekirdeği olan aileden başlatılması, sağlıklı bir hesaplama yapılması bakımından önemli görülmektedir.

Aile bir toplumun yapı taşıdır. Yapı taşı ne kadar sağlam olursa, bu yapı taşlarından inşa edilen toplum da o kadar sağlam olur. Her aile bir projedir. Ben bunun aşk ile ilgili duygusal yanını bir yana bırakarak, konunun daha çok ekonomik temeli üzerinde durmak istiyorum. Birbirine karşı cinsten iki genç, bir araya gelerek bir yuva kurarlar. Gençler, biz iki kişiyi bakarız. Sonra doğacak çocuklarımızı da bakıp, büyütüp, istikbale hazırlarız düşüncesinden hareket ederek çekirdek aileyi kurarlar. Bir ailenin kurulması proje olduğu gibi, bilinçli bir yaşam biçiminde her çocuğun dünyaya getirilmesi düşüncesi de bir projedir. Ailenin ekonomik imkanları kaç çocuğa, bakıp, besleyip, büyütüp istikbale hazırlamaya yetiyorsa o sayıda çocuk yapmalarında bir mani hal yoktur.

Konuyu nüfus istatistikleri açısından ele alırsak, üç çocuk yapılırsa, bunlardan birisi annenin yerine, ikincisi babanın yerine geçer, üçüncü çocuk da ülkenin nüfusuna bir kişi katkı sağlar. İki çocuk yapılırsa, birisi annenin yerine, diğeri de babanın yerine ikame olur. Bu durumda ülke nüfusuna olumlu, ya da olumsuz etkisi olmaz. Ailede tek çocuk olursa, bu çocuk anne veya babadan birisinin yerine geçer, bu durumdaki aileler ülke nüfusunun bir kişi azalmasına neden olurlar. Ben ülke nüfusuna istem dışı eksi yazan bir yurttaşım.

Ancak ailelerin nüfus istatistikleri gerçeğini dikkate alarak, çocuk planlaması yapacaklarını düşünmek mümkün değildir. Genellikle eğitim seviyesi yüksek olan bilinçli aileler, bakıp, büyütüp, istikbale hazırlayacakları kadar çocuk yapmayı düşünmektedirler. Sağlıklı nüfus planlamasının temeli işte bu yaklaşımla ailede başlamalıdır.

Aileden hareket ederek, ülkenin nüfus planlamasına geçersek, burada sınırlayıcı faktör, ülkenin mevcut ve potansiyel imkanlarıdır. Ülkeyi yöneten hükumetlerin artan nüfusu iş sahibi yapacak istihdamı yaratmaları zorunludur. Bir kişiyi istihdam edebilmek için ne kadar yatırım yapılması gerektiği konusunda ekonomik hesaplar vardır. Mevcut imkanları göz ardı ederek nüfus artışının teşvik edilmesi, sağlıklı bir nüfus politikası olamaz. Yurttaş olmak koyun sürüsü olmak değildir. Yaşam sadece boğaz doyurmak ve giyim kuşamadan ibaret olsa, nüfusu artırmak kolaydır.

Bir ülkenin ekonomik yapısını oluşturan sektörler ve bunlarında alt sektörleri vardır. Bunlar. Sanayi, tarım, orman, bilişim ve hizmet sektörleri gibi ana sektörlerdir. Bu ana sektörlerinde alt sektörleri mevcuttur. Devletin iktisadi yönden nasıl bir devlet olduğu, bu sektörlerden hangisinin lokomotif sektör olarak seçilmesine bağlıdır. Yatırımlar ve yatırımların ihtiyaç duyduğu finansman ve iş gücü planlaması da buna göre yapılır.

Organize olmuş bir devlet, hangi sektörde ne kadar nüfusun istihdam edildiğini, ne kadar nüfusa ne kadar ücret ödediğini bilir. Ayrıca nüfusun kent ve kırsal kesime dağlımı da önemlidir. Devletin sosyal ve ekonomik yapısının değişmesine göre, sektörler arasında ve kırsal kesim ile kentler arasında nüfus geçişleri kaçınılmazdır. Bir devletin gelişmişliği, nüfusunun sayısı ile değil, nüfusunun eğitim kalitesi ile değerlendirilir. Eğitimli nüfusun, eğitimi ile ilgili sektörlerde üretime katkısı sağlanmalıdır. Her birey ekonomiden, ekonomiye olan katkısı oranında pay almalıdır. Aksi takdirde ciddi adaletsizlikler söz konusu olmaktadır.

Bunu bir örnek ile açıklayacak olursak, karı, koca çalışan iki çocuklu bir aile, Sosyal Güvenlik Kurumuna iki pirim ödeyerek, dört kişinin sosyal güvenliğini sağlarken, yalnız babanın asgari ücret karşılığı çalıştığı 10 çocuklu bir aile ise, 12 kişinin sosyal güvenliğini sağlamaktadır. Bu durum büyük bir adaletsizliktir. Bu kurumları sürdürülebilir bir şekilde yaşatabilmek mümkün değildir. SGK'nın batma noktasına gelmesinin en önemli sebebi budur. Dünya ortalaması yaklaşık dört çalışan ödediği primler ile bir emekliyi finanse ettiği halde, Türkiye de iki çalışan bir emekliyi finanse etmektedir. Bu durum kurumların iyi yönetilmediğini göstermektedir.

Ülkelerin nüfus planlaması, dünyanın nüfus planlamasını da yakından ilgilendirmektedir. Sahip olduğu ekonomik imkanlara göre nüfusu fazla olan ülkelerden, ekonomisi ve refah seviyesi güçlü olan ülkelere göç hareketleri olmaktadır. Bu durum bölgesel huzursuzluklara sebep olmaktadır.

Son günlerde dünya nüfusunun çok fazla olduğu, bu nüfus yükü ile huzurlu bir yaşamın mümkün olamayacağı tartışılmaktadır. Bu fikre katılmamak mümkün değildir. Artan nüfusun protein ihtiyacını karşılamak için buna bağlı olarak, hayvan sayısı da artmaktadır. Bunları birlikte düşündüğümüzde atmosfere çok fazla miktarda karbon dioksit ve metan gazı salınmaktadır. Ayrıca sanayi kuruluşlarının saldığı kloro floro karbon gazları ile taşıtların saldığı egsoz gazları da dikkate alındığında küresel ısınma kaçınılmaz hale gelmektedir.

Bilim insanları, atmosferin kirlenmesi ile sera etkisi meydana geldiğini, bununda küresel ısınma meydana getirerek, gece gündüz sıcaklık farkını ortadan kaldırdığını ifade etmektedirler. Dünya atmosferinin aşırı ısınması, başta kutuplardaki buzulların erimesi olmak üzere doğal dengeyi bozmaktadır. Nüfus artışının dünya genelinde artmasını istemek yanlıştır. Dünya Oksijen-Karbon dengesi üzerine kurulmuştur. Söz konusu denge Oksijen aleyhine bozulmaya devam etmektedir. Hükümet Meclis de bir yandan "İklim Kanunu" nu görüşüyor, diğer yandan nüfus artışını teşvik ediyor. Bu çelişkiyi anlamak mümkün değildir.

Sebep sonuç ilişkisinden hareket edersek, nüfusun azalma trendine girmiş olması, ülkenin topyekün kötü yönetilmesinden kaynaklanmaktadır. Yaklaşık on milyon mülteci kontrolsüz bir şekilde ülkeye doldurulmuş, ülke göçmenistana dönmüştür. Her türlü ekonomik, sosyolojik ve hukuki bozulma buradan başlamıştır. Bir vatanda birden fazla millet olmaz. Ülkeyi yönetenler, bozulan sistemi fabrika ayarlarına döndürmedikçe, nüfus planlamasından söz edemezler. Önce ülkeyi her yönden yaşanabilir bir ülke haline getirin, sonra nüfustan bahsedin. Baskıcı ve ayrımcı yönetiminiz yüzünden çocuk yapacak gençler ülkeyi terk etmektedirler. Türkiye de bir yıl, ne yılı ilan edilmişse o kesim batmıştır. Aman bir konuda yıl ilan etmeyin ki, endişeye kapılmayalım.

(24, Mayıs, 2025-Ankara)